tag:blogger.com,1999:blog-74858181074039370942024-03-13T22:31:36.810+02:00Hayatımın Seyir Defteriilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.comBlogger36125tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-28916208755910910422016-12-27T11:54:00.001+02:002016-12-27T11:54:52.041+02:00Kızıl ve Siyah<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Cenazede tanıştık onunla… Mezarlığın
kenarından gömülüşünü izliyordum annemin. Babamın sırtı bana dönük, başı eğik…
Mırıldanılan dua sesleri, babam görüyor beni:
“Ne işin var lan burada! Ne yüzle geliyorsun lan buraya! Siktir git lan
buradan!” Araya giriyorlar, zaten uzağım, daha da uzaklaştırıyorlar beni
mezarlıktan. O sırada göz göze geliyoruz onunla, sadece bir saniye, o kadar…
Teker teker gidiyor herkes, babam birinin omzuna dayanarak ilerleyebiliyor,
söyleniyor bir yandan da: “amına koduğumun çocuğu ne yüzle geliyor buraya! Amına
koduğumun çocuğu…”, “küfretme, ayıp” diyorlar… Herkes gittikten sonra,
gidiyorum annemin mezarının başına. Konuşuyorum onunla uzun bir aradan sonra
ilk kez: “Geldim işte anne… annem…”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Dedim ya cenazede tanıştık onunla diye.
Uzaktan bana bakıyordu. Uzun uzun, gözlerini kaçırmadan… Ben de baktım ona.
Sonra kalabalıkla birlikte gitti o da. Mezarlığın başında arabayla beklemiş
beni: “Nereye gideceksiniz? Beraber gidebiliriz istersen…” Bakıyorum gözlerinin
içine, bir şey demeden biniyorum arabaya: “Nereye istersen oraya git, bu
saatten sonra farketmez!” diyorum. Çalıştırıyor arabayı, arada konuşmaya
çalışıyor, ismimi öğrenmeye falan çabalıyor, nerede oturduğumu soruyor, annemin
ölümünden hiç bahsetmiyor, onun çocuğu olduğumdan bihabermiş gibi konuşuyor
benimle. Bir sigara yakıyor, bir nefes çekip veriyor bana: “içer misin?”
İçiyorum. Deniz kenarında, tenhaya çekiyor arabayı. Kendini anlatmaya başlıyor
bana. Nerede doğduğunu, bu şehre nasıl geldiğini, ne işle uğraştığını…
Duraksamadan anlatıyor. Ardı arkasına yakıyor sigaraları anlatırken, hep
gözümün içine bakıyor. Bense susuyorum, hep.
Gözümde koca güneş gözlüklerinden var. Nereye baktığım belli değil,
hoşuma gidiyor bu durum. Sonra çıkartıp gözümden güneş gözlüğünü “evine gidelim
mi?” diyorum, kekeliyor… Ev dolu, “tenhaya çek o zaman” diyorum. Çalıştırıyor
arabayı, şehrin uzak noktalarından birine, ormanlık alana doğru çıkıyoruz yola.
Müziği açıyor yolda, neşeli bir şeyler arıyor radyonun kanalında, gergin,
bir-iki defa kaza atlatıyoruz. Oralı bile olmuyorum, ben umursamadıkça daha da
geriliyor. Kimsenin göremeyeceği bir alana çekiyor arabayı. Dışarı çıkıyor,
etrafta kimse var mı diye kolaçan ediyor etrafı, kimsenin olmadığından emin
olduktan sonra geri dönüyor arabaya. Sevişiyoruz! Daracık alanda, tüm
nefretimi, öfkemi suratına kusarak sevişiyoruz! Elimiz, ayağımız yorgunluktan
tutmaz olana kadar sevişiyoruz! İşim bitince yaslanıyorum koltuğa, “Bi’ sigara
versene” diyorum. Uzatıyor yavşak yavşak, biraz önce sikti ya, eser kalmadı
öncesindeki telaşından! Bir şeyler geveliyor ağzında, ne anlatmaya çalıştığını
anlamaya dahi uğraşmıyorum. “Beni eve götür” diyorum, afallıyor, toparlanmaya
çalışıyor Bozularak basıyor arabanın marşına, suratı allak bullak… Oturduğum
yere geliyoruz, iniyorum arabadan. “İçeri davet etmeyecek misin?”, “hayır”
deyip suratına kapıyorum arabanın kapısını yüzüne sertçe, arkama bakmadan
apartmanın kapısından içeri giriyorum. Eve çıkıyorum, kapıyı kapatıyorum,
çöküyorum olduğum yere. Ayaklarım taşımıyor artık beni. Ağlıyorum, içimdeki
kini, irini akıtmak istercesine ağlıyorum…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Ertesi sabah, evi havalandırmak için
camı açtığımda arabasını görüyorum. Beni bıraktığı yerde, elinde sigara,
apartmana bakıyor. Beni camda görünce, sigarasını atıp yere, evimin katına
çıkıyor. Kapım çalınıyor… “Ne var lan?” diyerek açıyorum kapıyı. “Bu havan ne
güzelim, tadın damağımda kaldı, geldik işte” diyor “ne yaygara yapıyorsun?”.
“Siktirtme bana tadını, damağını! İstemiyorum ulan! De hadi naş!”. Göğsünden
tutarak sertçe itiyorum onu, merdivenin tırabzanına tutunuyor düşmemek için.
Kapıyı vuruyorum suratına. Bir hışımla çıkıyor apartmandan, camdan izliyorum onu,
son bir kez bana bakıp biniyor arabasına, çekip gidiyor. Çıkıyorum evden, alt
komşum Asiye teyze ile selamlaşıyoruz. Mahallenin bakkalına gidiyorum, erzak
alıyorum, günlük şeyler. Her seferinde süzdüğü gibi bir kere daha süzüyor beni
bakkal, aldığım nevale için “bunlar benden olsun” diyor, “siktir lan” deyip
parasını atıyorum tezgâh üstüne. Herif mal karşılığınca sikecek beni aklınca!
Amın oğlu! Yolda top oynayan çocuklar laf atıyor, oralı olmuyorum, topu önüme
atıyorlar, topuklunun sol iç köşesiyle vuruyorum. “90’a taktı lan gördün
mü?”, “Vay babanın kemiğine”. Söylenip
duruyorlar arkamdan… Taksi durduruyorum, “nereye ablacım?”… Abla kelimesini
vurguluyor, gideceğim yeri söylüyorum. Babamın dükkânı… Biraz uzağında iniyorum dükkânın, uzağından
izleyip, bakabileceğim kadar bir mesafede. Dükkânın önüne sandalyesini çekmiş, iki
eli dizlerinin üzerinde, dirsekten kıvrık ve dirseklerini dışa döndürmüş bir
şekilde oturuyor. Ne zaman üzgün olsa, öyle oturur babam, gelen gidenden
taziyeleri kabul ediyor, yan dükkândan Ediz amca da yanında. Cesaretimi
topluyorum, gidiyorum yanına. Beni görünce irkiliyor, “Ne işin var lan
burada?!” “Sana” diyorum “yiyecek bir şeyler getirdim, şimdi sen…” sözümü
bitirmeme izin vermiyor. “Ulan amcık ağızlı! Benim elim ayağım yok mu ha?1
Alamam mı ben kendime nevale?! Sana mı kaldık la orospu çocuğu! Siktir git
buradan” Üstüme yürüyor, araya Ediz amca giriyor “Ayıptır, yapma. Yakışmıyor
sana”. Sonra dönüyor bana “git sen de evladım, görmüyor musun baban istemiyor”…
Bırakıyorum elimdekileri, tek bir kelime etmeden gidiyorum. Babam hala bana
sövüyor arkamdan. Bir süre deniz kıyısında oturuyorum, yanıma banka bir adam
oturuyor, soruyor yavşak yavşak “biraz eğlenelim mi gülüm seninle? Ne dersin?”
Kalkıyorum oradan suratına dahi bakmadan adamın, taksiye biniyorum, eve
geliyorum. Bizim lavuk kapıda bekliyor beni. Görmezden gelmeye çalışıyorum,
önümü kesiyor “Havanı sikerim senin!”, “Kes lan!” diyerek itiyorum geçip
gidiyorum yanından. Kolumdan tutup çekiyor beni, koyuyorum yumruğu suratına ard
arda. Kaşı açılıyor, tehditler savurarak gidiyor “Göstericem lan sana! Orospu!
Ananı sikicem senin!”. Eve çıkıyorum, uzanıyorum yatağa. Uyuyorum biraz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Kapının kırılır gibi çalınması ile
uyanıyorum Tekmeleyerek, yumruk atarak çalınıyor kapı. Açıyorum kapıyı, bizim
lavuk ile birlikte 3 kişi daha dalıyor bir anda içeri. Suratıma ilk kim vuruyor
hatırlamıyorum. Sonrasında sopalarla vuruyorlar her tarafıma, bayılıyorum.
Ayıldığımda, ellerim arkadan bağlı, ayaklarım bileklerden bağlı bir şekilde…
Kendi aralarında konuşuyorlar. Önce kim sikecek onun hesabındalar. Karar
veriliyor, bizim lavuk geçiyor önüme, kafama dayıyor silahı “şimdi hepimizi
mutlu edeceksin!” diyor. Önce teker teker, sonra ikili ikili ama hepsi mutlu
oluyor benim üzerimden. Kalkıyor sonra yerinden bizim lavuk, yanındaki
heriflerin birinden kasatura alıyor, tutup saçlarımdan boynumu geriye çekiyor. Kasaturanın
soğuğunu boğazımda hissediyorum, kanımla ısınıyor kasaturanın soğukluğu. “Anana
selam söyle benden!” diyerek bırakıyor beni. Nefes almaya çalışıyorum… nefes
alamıyorum, içim üşüyor, buz kesiyorum… Yerde, elim ayağım bağlı, çıplak, kanım
yüzümün yarısına dolmuş bir biçimde karşıma geçip sigarasını yakan lavuğa
gözlerimi dikmiş bakıyorum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Önce çöp poşetine koymaya çalışıyorlar
beni, baktılar olmuyor, evdeki halılardan birine sarıyorlar. Arabanın bagajında
ormanlık bir alana götürüyorlar. 5 liraya aldıkları bir bidon benzini
döküyorlar üstüme… 1 liraya aldıkları kibriti yakıp atıyorlar. Eriyor buza
kesilmiş bedenim, artık üşümüyorum. Annemin sesini duyuyorum bedenimin buzu
eridikçe, “Çocuğum, korkma! Ben buradayım…”<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-90205947513528465992012-06-06T16:28:00.000+03:002012-06-06T16:28:47.914+03:00Geriye Kalan<div style="text-align: justify;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">…önce…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">İnce bir çizgiydi hayat,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Seninle benim aramda…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Senin yanı başın papatya tarlası,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Yanı başım uçurum…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Suskunduk, kelebekler kadar suskun…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Yıldızı parlamıyordu gözlerinin,
bakışlarında aysız bir karanlık,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Suskunduk, bir adım sonram boşluk…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Mecali olmayan sözler gibi geçip
gidiyordun,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Biliyorum, sonrası turuncu bir
yalnızlık…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">…o anda…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Geçip gidiyordun,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Korkuyordum kıyılarına vurup kalmaktan, <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Büyüyordu içimdeki çocuk, <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Vazgeçip sinmekten köşelerime…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Bir dalgın soytarı oluyordu,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Dua eden bilinmezliğe; hayalleri için.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Ve içinde büyüyordu;<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Ardından kadınların gülüp, eğlendiği,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Kör bakışlı bir kedi…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">…ve şimdi… <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Uzak bir düş gibi,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Yanı başımdasın…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">…sonrası…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Ben; beyaz kağıt üzerindeki mürekkep
lekesi…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt;">İlkayCeyhan<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt;">13
Mayıs- 06 Haziran 2012<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt;">İstanbul<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-bottom: 0.0001pt;">
<br /></div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-66223608297772491692012-05-17T15:16:00.000+03:002012-05-24T11:01:20.427+03:00Sıradan Bir Gün Hakkında<div style="text-align: justify;">
Uğulduyordu her şey… Boşlukla sevişir gibi, içten içe… Bedeni bir taş gibiydi, bunun farkında olmak garibine gitti. Taş gibi, olduğu yerde; çok şey varken aklında dilinde hiçbir şey olmaması gibi… Ses vermeye çalıştı, vazgeçti sonra… Oturuyordu öylece. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Eski bir berjer koltuk üzerindeydi, yeşil kadifeden, maun ağacından imal edilmiş, koyu renkli, kolçakları işlemeli… Etrafı sazlıklarla çevrelenmiş, yarı bataklık bir göl kıyısına kurulmuş, kendinden iskeleli bir barakanın verandasına atılmıştı koltuk. Barakanın iskelesine bağlı, yarısı suya gömülmüş bir kayık vardı. Bağlı olduğu direk sayesinde, kayığın yarısı suyun üstünde kalmıştı. Oturduğu koltuktan o kayığa bakıyordu. Sanki kendini asmış gibiydi kayık… Olağanca boşluğuyla bakıyordu kayığa… </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Eski bir barakaydı burası. Tek göz bir balıkçı kulübesi. Güneşten rengi solmuştu sundurmanın; camları kırılmış, parçalanmış balık ağı öbekleri yığılmıştı verandanın en dibine. Barakanın çatısını sarmaşıklar sarmıştı, bir sevgiliye sarılır gibi sıkı sıkı sarılıyordu sarmaşıklar, oradan verandanın oraya kadar iniyordu… Bir süre daha orada otursa, sarmaşıkların onu da saracağını düşündü… Taş gibi bir bedeni sarıp sarmalayan, kollayan sarmaşık fikri hoşuna gitti. Oysa uğulduyordu her şey… Düşündüklerini düşünmemeye çalışıyordu son bir kuvvetle… Başını ellerinin arasına aldı. Uğulduyordu her şey… Oysa, oturuyordu öylece… </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Düşünmemeye çalıştıkça, sanki daha çok açılıyordu hafızasının kapıları. Ağrılar giriyordu beynine her kapının açılışında. Düşünmek acı veriyordu, daha doğrusu düşünmemeye çalışmak. Düşünmek, nefes almak gibiydi, istemsiz, sadece hayatta kalmak uğruna… Uğulduyordu her şey, o kadar çok istiyordu ki bu uğultunun bitmesini. Elleri titriyordu, kafası ellerinin arasında… Elleri titriyordu… </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kafasında dolaşıp duruyordu düşünceler... Kuş seslerini duydu, bir rüyadan uyanır gibi uyandı o eski balıkçı kulübesinin verandasında... İşte o zaman farkına vardı güneşli, güzel bir güne başladığının... İşaret parmağını hafifçe geri çekti, sustu kuş sesleri... Artık arkasındaki duvardan akıyordu düşünce parçacıkları... Sustu tüm uğultular…</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan </div>
<div style="text-align: justify;">
13 Şubat- 17 Mayıs 2012 </div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul
</div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-35486245292556488492012-04-12T14:29:00.000+03:002012-05-18T15:10:54.305+03:00...İç Çekiş...<div style="text-align: justify;">
“Kalmak mı, gitmek mi daha zor Olric?</div>
<div style="text-align: justify;">
Kalmak efendimiz, kim kaldı ki?…”</div>
<div style="text-align: justify;">
Oğuz Atay, Tutunamayanlar</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kalabalıktı ortalık… Hayal mayal görüyordu çevresindeki insanları, alkol bulandırmıştı görüşünü… Kadıköy’de, eski, iki katlı evden bozma bir barın arka bahçesine biçimsizce konulmuş bir kanepenin üzerinde oturuyordu, elinde bira… Ne kadar içmişti? Daha içmeye kararlıydı, bundan emindi en azından… Yıllar sonra, liseden arkadaşlarıyla tekrar bir araya gelmişlerdi, zaten bulundukları bar, lisedeki arkadaşlarından birine aitti. Uygun görülmüştü, isminin kelime anlamı yabancı dilde “iç çekiş” anlamına gelen barda buluşulması. Ufacık bahçede elliye yakın kişi bir arada, hep bir ağızdan konuşuyor, eski günleri yad ediyordu. Başta, kendisi de, yıllardır görmediği insanları görmenin heyecanı ile çok konuşmuş, herkese yetişmeye çalışmış, beyninin kuytu köşelerine sinmiş tüm anıları ortaya saçmıştı, teker teker… “Dünü” bu kadar şatafatlı yaşamamıştı uzun zamandır, hızlı gitmiş, sonunda mutluluğun ağırlığına dayanamamış, oturmuştu bahçenin arka köşesine özensiz bir şekilde yerleştirilmiş kanepenin üstüne, etrafı izliyordu. Dişi bir kedi yanaştı yanına, “gel” deyince atladı geldi kedi. Beyazları fazla olan ufak bir tekirdi, 7 aylık var ya da yok. Güvenli bulmuş olacak ki sırtını dayadı adamın bacaklarına, yalanmaya başladı, sonra gerindi. Sonra baktı “kafamı bacaklarına koyup uyuyacağım, hazır ol” der gibi, koydu kafasını, uykuya daldı. “Durgunlaşmışsın” dedi yanında bir ses, kocaman, yeşili kahvesinden fazla ela gözleriyle ona bakıyordu onbeş yaşlarında, beyaz gömlekli, yeşil ekoseli eteğiyle, yüzü kalbinin haritasında uzun zamandır gözükmeyen ufak bir kız… Uzun sapsarı saçları düşüyordu omuzlarından. “Hoş geldin… Yüzünü unutacakmışım neredeyse…” dedi kıza. “Bir çok yüz tanıdın benim yüzüm üstüne, bir çok hayal kurdun, ondandır ama önemi yok çağırdın geldim işte”. “Ben mi çağırdım?” demeye yeltendi bir anda, vazgeçti sonra, sorgulamadı, “Niye geldin peki?” dedi onun yerine… “O kadar uzun zamandır, yüreğinin köşelerine sinmiş duruyorum ki, şahidiyim tüm yıkıntılarının… Kaç defa sancılarında savrulup durdum yüreğinin çeperlerinde… Çağırmana şaşırdım aslında, silinip gidiyordum az kalsın.” “Saçmalama, nasıl olabilir böyle bir şey? Ne zaman sıyrılıp baksam yıkıntılarımdan, bana bakan eski bir tanıdıktın sen”, “Sen öyle zannettin, benim yollarım patika kaldı yüreğinde…Hem demedin mi –neredeyse unutacakmışım seni- diye…” Başını eğdi utançla yere. Konuşmadılar bir süre, gitgide bulanıklaşan kalabalığa bakıyordu, kulaklarında uğulduyordu insanların sesleri, gülüşmeleri… “Hatırlıyor musun?” dedi ufak kız, “Neyi?” diye sordu, “kendini, geçmişini…” dedi kız. “Hayal meyal… Bu sefer her zamankinden daha farklı…”, “Bahane arama, madem benliğinin hafızası kayıp, beni nasıl çağırdın? Nasıl hatırladın beni?” Küçük kızın bakışları üzerindeydi, hissediyordu bunu, tenini, zihnini, damarlarını delip geçiyordu bakışları. O kadar çok bakış vardı ki bakışlarında. Kimi sevdiyse o bakışlara sinmiş gibiydi, tüm sevişlerinin toplamıydı. “Bak, oradayım, beyaz bir masada, üzerimde beyaz keten bir elbise ile oturuyorum. Yaş almışım senin aldığın yaş kadar. Oradayım işte, farkında değil misin? Hatırla, hani gitar çalardın eskiden, başına toplanırdık, söylerdin şarkılarını…”, “Şarkı söylemiyorum artık, gitar da çalmıyorum uzun zamandır” dedi huysuz bir şekilde. Niye böyle bir tepki verdiğini düşündü bir an, bulamadı. Sustu kız, kafasını çevirdi, uzaklara bakıyordu amaçsız bir şekilde. “Biliyor musun… Çok garip gitar çaldığım zamanları hatırlaman, ben bile hatırlamıyorum o zamanları. Silmişim ne varsa. Oysa, ben çalarken o kadar güzel bakardın ki bana… Tüm şarkıları senin için söylerdim…”, “Neden bıraktın çalmayı peki?”, “Senin için yazdığım şarkılar vardı, sen gidince tekrarlar oldum şarkılarını. Tekrarlandıkça epridi, silindi gitti hepsi. Senin için çalabileceğim bir “sen” kalmamıştı, anlamsızdı, bıraktım. Biliyor musun… Hep bir deniz kokusu taşıdım içimde sırf seni unutmamak için”, “Unuttun ama… Unuttun da denemez aslında, ne varsa hayatında geçmişin gölgesine kurdun, sen yükseldikçe ben gölgelerinde kaldım… Bak, oradayım işte! Beyaz bir masada oturuyorum. Neyin eksik, neyin fazla sorgulamadım ki hiç”. Bacaklarına kafasını koyup uyuyan kedi, ufak bir gurultu çıkardı, rüya görüyordu belli ki. Döndü olduğu yerde, neden sonra açtı gözlerini. Kedinin uyanışı ile birlikte kendine gelmişti o da, yanına baktı, kediyle kendisinden başkası yoktu oturduğu yerde… Sonradan farketti, beyaz bir masadan, üzerine beyaz keten elbise giymiş, sarı saçları omuzlarına düşmüş ve yeşili kahvesinden fazla ela gözleriyle ona bakarak gülümseyen kadını. Sordu kadın gülümseyerek: “Kendi kendine mi konuşuyorsun?”. Gülümsedi, havada deniz kokusu mu vardı? O’na mı öyle gelmişti? Bilemedi. “Hayır, kediyi seviyorum sadece… Hoş geldin…”, “Alper söyledi, gitar çalacakmışsın. Eski günlerdeki gibi…”, “Evet, eski günlerdeki gibi…”, “Durgunlaşmışsın…”, “Alkoldendir, gel Alper’in yanına gidelim”. Havada deniz kokusu vardı…</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan</div>
<div style="text-align: justify;">
31 Mart- 12 Nisan 2012</div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul, Kadıköy-Beşiktaş</div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-77421139743600896842012-02-28T23:50:00.001+02:002012-05-24T11:11:26.851+03:00Karlı Bir Gecenin Hikayesi<div style="text-align: justify;">
Uyandı… Sebepsiz, telaşsız… Yabancı bir kedinin bakışıyla karşılaştı ilk önce. Kedi, odanın köşesinden, ilk kez görmüş gibi bakıyordu ona. Oysa ilk görüşü değildi bu kedinin kendisini… En azından bundan birkaç saat önce, eve girdiğinde görmüş olmalıydı onu bir kez daha. “Mantıklı olan bu” diye düşündü. Aldırış etmedi düşündüklerine. Sonra yanında yatan çıplak bedeni fark etti. Hatırlamaya çalıştı nerede olduğunu, kendi evinde değildi en azından, bunun farkındaydı… Çıplak bedene tekrar baktı, kadının adı neydi? Onu herhangi bir kadından farklı düşünmeye çalıştı bir an için. Ruh eklemeye çalıştı hem kendine hem de ona, yapamadı… Canı sıkıldı bu duruma, kalktı, donunu geçirdi ayağına, camı açtı… Soğuk, kar yağdı yağacak… Bir rahatsız homurdanma geldi yataktan, kedi yatağın ayakucuna çıkmış oradan onu inceliyordu. Belli ki fırsat görüyordu camın açılmasını. Cam açılacak ki kendisi dışarı çıkabilsin, baksın uzun uzun, havayı koklasın, bilmediği, görmediği, hayatında tatmadığı ne varsa o anda tanımaya çalışsın. “Yok öyle yağma!” dedi kediye. Çekti içine havadaki kar kokusunu, çiselemeye başlamıştı kar. Kapattı camı… Tekrar baktı yataktaki çıplak bedene, bir kez daha ruh koymaya çalıştı, hayır bu sefer adını hatırlamaya çalıştı. Bilmediği bir evde, aynı gece içerisinde ikinci kez gördüğü bir kedi ile aynı yerdeydi. Bir de çıplak kadın vardı tabii… Saçmaladığını fark etti, vazgeçti düşünmekten… İçeri odaya geçti. Elbiseleri dört bir yana dağılmış, bir kadın elbisesine, iç çamaşırına karışmıştı… “Acelemiz varmış…” diye düşündü, nasıl gelmişlerdi eve? Hatırlamıyordu… Çok konuşmuştu bütün gece, boğazı ağrıyordu konuşmaktan, sigaradan, alkolden… Kadın da kendi gibiydi, o da onun gibi… Adı neydi gerçekten? Sigarasını aradı yerde süklüm püklüm yatan pantolonun ceplerinde, bulamadı… Paltosunu aldı yerden, paltonun ceplerine baktı, yoktu sigara… Sağlam bir küfür salladı. Evi aradı sigara bulmak için. Filtresi kırılmış tek dal sigara buldu. Çakmak yoktu bu seferde. Mutfağa gitti, ocağı yakmak için kullanılan uzun çakmaklardan aradı, buldu bir tane. Sigaranın filtresini kopardı, yaktı uzun, şekilsiz, çirkin ocak çakmağı ile… Bir nefes çekti içine, ağzında tütün parçaları… Verirken çektiği nefesi boş boş baktı mutfak camından, camı açtı… Kar yağmaya başlamıştı sonunda, iri taneleriyle yavaş yavaş iniyordu önce gökten, sonra önüne engel çıkmış gibi kendi etrafında dönüyor hızla, çarpıyordu yere… Altında sadece donu vardı, izledi durdu pervane misali yeryüzüne koşan iri yapılı kar tanelerini, soğuk işliyordu içine… Biraz ferahladığını hissetti soğukla birlikte, uzun bir nefes çekti sigarasından, titredi soğuktan… Adı neydi çıplak bedenli kadının? </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yalnız bir şekilde geceye çıkmıştı, içi sıkılıyordu. Amaçsızdı… Kadıköy’de giriş kapısını ve ismini sevdiği ilk bara girmişti. Âdeti değildi Kadıköy’de bir bara gitmek. Yabancılığına vermek istediği için yalnızlık hissiyatını, hiç bilmediği, takılmadığı bir yere gitmek istemişti sadece… Kadının adı neydi? İlk gözüne kestirdiği kadın değildi aslında, çıplak bedenli kadın… Giriş kapısını ve ismini severek girdiği barda daha önce iki kadın ile tanışmaya çalışmış, ilki tarafından sağlam bir şekilde terslenmiş, ikinciyle olacak gibiyken kadın ayrıldığı erkek arkadaşından bahsetmeye başlamıştı. Teselli etmeye çalışmıştı önce, sonra saçmaladığının farkına vardı. İki dakika sonra kaçmıştı o kadının yanından zaten, ne gerek vardı boş muhabbete, nasıl olsa bir şey olmayacak… Şimdikini barın köşesinde, elinde bira, tüm umudunu kaybetmiş bir şekilde beklerken görmüştü. Kalabalık bir arkadaş grubu içerisindeydi kadın, kısa boylu, beyaz tenli, küçük memeli, güzel kalçalı… Kıvırcık saçları vardı, kızıl… Duruyordu öyle, yüzünde kendi gibi ufak tefek bir gülümseme. Gözleri farklıydı, karanlıkta dahi fark ediliyordu, gözlerinde bir şeyler vardı… Gözlerinde ne olduğunu çözmeye çalışmadı, uğraşmak istemedi… Acemice yanaşmaya çalıştı önce, grup içerisindeki hemcinslerinin tehditkâr bakışlarını hissetti, geri çekildi. “Böyleyiz biz erkek milleti” diye düşündü, “yırtıcı hayvanlar gibi alanımızı, sürümüzü koruruz”… “Sanki sen farklısın” diye payladı kendini sonra, bir yudum aldı birasından… Uzun uzun seyretti kadını ona yakın bir yerden. Kendisine çevrilmiş gözleri gördü sonunda kadın, rahatsız oldu önce… Sonra zararsız görmüş olacak ki yavaş yavaş yanaştı “hüzünlü görünüyorsunuz” dedi kadın… Ne demeliydi şimdi, “bir kadın kendisine sürekli bakan bir adama böyle demez ki, ya tokadı basar ya paylar adamı, bazen ikisi de aynı anda olur…” diye düşündü. Bir süre baktı kadının gözlerinin içine bir şey söylemeden, bir yudum aldı birasından, “seninle tanışmak için yol bulmaya çalışıyorum” deyiverdi bir anda… Anında bir korku çöktü içine, “tamam oğlum, yedin tokadı şimdi… Bok var, bulamadın mı söyleyecek başka bir şey?” Kadın baktı anlamsız, yüzündeki gülümseme de kaybolmuştu… “Haklısın” dedi “Densiz bir cümle oldu” diye toparlamaya çalıştı, kadın susturdu onu. “Adın ne?” diye sordu kadın, “adım…” Kadın da söyledi adını. Uzun uzun konuştular sonra, en azından bu kadarını hatırlıyordu. Ha bir de içinde bulundukları barı hatırlıyordu, barda çalan müzik grubunu daha çekici kılmaya çalışan sahne ışıkları, yüzüne vurup duruyordu kadının barın loşluğu içinde… Güzel bulmuştu kadını, kendini ne kadar çirkin buluyorsa o kadar güzel bulmuştu onu da… Nasıl gelmişlerdi eve? Kadının arkadaşları teker teker gitmişti onlara hoşça kal diyerek, arkadaşlarının hiç biriyle tanışmamıştı. Bu yüzden düşman bakışlar atarak uzaklaşıyordu arkadaşları. Bunu hatırladığına sevindi... Sahneye yakın dikdörtgen uzun bir bistronun iki tarafında konuşuyorlardı… Hatta dans bile etmişlerdi hatırladığı kadarıyla… İlk kim öpmüştü? </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kar taneleri göğsüne çarpıyordu, fırtına başladı, iyice üşümüştü… Son nefesi aldı sigarasından, camı kaparken kediyi fark etti. Yemek masasının üstüne çıkmış ona bakıyordu. Kafasını okşadı kedinin, kıçını döndü kedi… “Eh! Sevmezsen sevme beni!” dedi kendi kendine. Odaya döndü tekrar, yabancı bir yatakta, çıplak bir kadın bedeni… Uzun uzun baktı yatağa ve bedene. Kulaklarında çınlayan bir şarkı vardı geceden, “Belki bir şarkının her sesinde, belki bir sahil meyhanesinde”… Uzandı çıplak bedenli kadının yanına… “Islak bir yolda yalnız yürürken, bambaşka bir şeyi düşünürken aklımdasın”… Susturdu içindeki ezgiyi… Sanki ruhu varmış gibi, sarıldı kadının çıplak bedenine… Çekti kendine doğru kadını, sarıldı sımsıkı bir kez daha… Sahi, kadının adı neydi?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan</div>
<div style="text-align: justify;">
28 Şubat 2012<br />
İstanbul</div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-80140207444738067882011-12-22T13:07:00.001+02:002012-06-07T16:51:08.361+03:00Geri Dönüş<div style="text-align: justify;">
Elimde bavul, eski, ahşap bir evin önünde bekler gibi, ne yapacağımı bilmez bir halde duruyordum öylece. Taş gibiydi içimde… Olduğu yerde ağır, lal kesmiş… Kadim zamanlardan kalmaydı, bir o kadar da tarihim kadar yakın. Değişmiş miydi? Uzak gelirdi eskiden oysa… Şimdi bakıyorum da, hep yanı başımdaymış meğer. Hep beklemiş, zaten hep oradaymış, giden de benmişim ondan, ona geri gelen de… Değişmiş miydi? Taş gibiydi, olduğu yerde ağır, lal kesmiş… </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Baktı bana, rüzgarlar vardı gözlerinde. “Böyle işte” demek istedi dilim, sıradanlaşmak istedi. Beynim başka bir şey söylüyor oysa, kalbim bambaşka. “Zamandan bahsediyorlar bana kimle konuşsam, -zaman en iyi ilaç…- diyorlar” dedim. “Durduğum yerde yanımdan akıp gidiyor oysa –zaman-, bir yabancı bakışa yanık, küskün bir çocuk kalıyor geride” dedim, baktı durdu yüzüme. Gözlerinde uçurumlar vardı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Taş gibiydi, dedim ya, içimde… Ağırlığınca duruyordu. Konuştu neden sonra, sebepsiz. Tavan arasında saklı kalmış, eski, tozlu eşyalar gibi kırık dökük çıktı ağzından kelimeler. Dedi, “dert etmezdin bana gelişlerini bu kadar, ne farkı var bu sefer?”. Baktım durdum yüzüne, cevap aradım, bir çok kelime geldi dilimin ucuna, vazgeçtim. İstemedim anlatmak. Baktı gözlerimin içine ağırlığınca. Göğsümde koca bir sızı gibiydi, her bakışı kağıt kesiği… “Anladım” dedi devam etti bakmaya, yüreğimin her yeri kağıt kesiği…</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Dedim, “O sevmiyor diye takmadığın atkıyı, çıkartıp sakladığın yerden tekrardan takmakmış ayrılık, öğrendim”. Baktı öylesine yüzüme, anlamsız. Gözlerinde yüzyılların durgunluğu. Soğuk, bronz bir heykel gibiydi, baktıkça dizlerimi titretti. Susmadım, devam ettim konuşmaya yine de. Titredi sesim, dedim “ Sebepsiz yere susmakmış, bazen de sadece gitsin diye içinin kasveti çok ve gereksiz konuşmak... Düşünmeden ve sadece tırnak ucu kadar bir mutluluk için saçmalamakmış kimi zaman. İçine ağlamakmış ayrılık… Özlemekmiş, özlediğini belli edememek… Öğrendim”. Homurdandı taşlaştığı yerde, huzursuz bir gök gürültüsü gibi “Bilmiyor muydun zaten bunları daha önce? Kaç defa yaşadın?”. “Defalarca yaşadım” dedim, “defalarca, çokça… İlk kez hissettim bunları, farkı bu sadece” dedim, sustu. Kim bilir kaç yüzyıldır susuyordu, suskunluğunda örümcek ağları... Homurdandı içten içe, bir şeyler söyleyecek gibi kıpırdandı, vazgeçti neden sonra… Baktım, gözlerinde okyanuslar vardı, ben de sustum… Affedilmek gibi huzurla baktı sonra bana. Dedi, “Üzülme evlat artık, sen ak git yatağında, zaman dursun bu sefer…” kadim dostum yalnızlık… “Tekrar gidene kadar, bir kez daha hoş geldin, ağlamak istersen omzum yanı başında…”</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan</div>
<div style="text-align: justify;">
02 Ekim-22 Aralık 2011</div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul</div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-35132457543161715182011-12-12T15:31:00.000+02:002012-06-07T16:50:50.515+03:00O AndaOkyanus taşıyordu adımlarında<br />
Sırnaşarak kucağıma yatan kedi,<br />
Ardında su izleri…<br />
Sevdikçe yosun koktu ellerim,<br />
Turuncu bir yalnızlığı taşıdı içime…<br />
Bir Kasım akşamında,<br />
Yıl iki binlerin en on birincisi,<br />
Özledim seni…<br />
<br />
<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
20 - 24 Kasım 2011<br />
İstanbulilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-20673732467719739092010-03-02T01:49:00.001+02:002012-05-24T11:12:44.512+03:00Hayatıma Satırbaşıdır...Hayatıma satırbaşıdır…<br />
Darmadağın cümlelerime yeni kelimeler yarattı zaman<br />
Döne döne ve illa dövüşe dövüşe<br />
Kendine döndü benliğim…<br />
Şimdi ruhumda bir poyraz telaşı…<br />
<br />
Susturdum gölgelerimin tüm seslerini<br />
Toprak kokuyordu elmacık kemiklerimin<br />
Gözyaşı değmiş yerlerinde…<br />
Saçları darmadağın, yüzü kir pas içinde,<br />
Bir kedi gibi sırnaşıyordu çocukluğum köşe başlarıma<br />
İşte tam bu sırada soydum kalbimin tüm hezeyanlarını ağır ağır<br />
Kendime yankıdım kana kana…<br />
<br />
Tütsü kokulu odalarda<br />
Avuç içinde biriktirdiği bir yaşamı üflüyordu zaman<br />
Yüreğimin tüm boşluklarına…<br />
Gittik geldik, bir arpa boyu yolu, kaç kez devindik<br />
İşte şimdi geliyor dilimin ucuna kadar, söylüyorum korkusuzca<br />
Hayatıma satırbaşıdır…<br />
Yeni bir yankı yarattım hayatımın damlalarına…<br />
<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
01 Aralık 2009- 01 Mart 2010<br />
İstanbulilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-75561247637081927372009-02-03T14:09:00.004+02:002012-06-07T16:50:20.154+03:00Oldu Mu...<div style="text-align: justify;">
“Deniz” gibi bir kadına aşık olmalı insan... Dinginliği hayat katmalı insana, huzur vermeli... İnsanın umurunda olmamalı dünya O’nun yanında... Vız gelmeli her ne geliyorsa, tırıs gitmeli...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İnsan bilmeli derinliklerinde ne gizemler sakladığını o denizin, çözmek için can atmalı... Her gizemde ayrı bir güzelliği bulacağına inanmalı. En uzakta, ufuk çizgisinin eriştiği yerlerde aramalı, tüm enginliğini hissetmeli içinde, sonra bir bakmalı ki yanı başında... İnsanın kalbine bir meltem getirmeli o deniz, tüm ciğerlerini doldurmalı kokusu... Tüm yollar denize çıkmalı... O’nun sesiyle uyanmalı güne, gece onun sesiyle dalmalı uykuya... O’nunla birlikte keşfedilmeli gökyüzü, güneşin batışı, deniz kuşlarının haykırışları...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Her gördüğünde O’nu, yakamozlar menevleşmeli içinde... Gözlerin kamaşmalı, gözlerini alamamalısın... Sadece gözlerinle değil, herşeyinle, tüm mevcudiyetinle kalmalısın O’nda... Baktı mı sana yemyeşil bakmalı, bembeyaz dalgalar gibi gülümsemeli sana... </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bilmeli insan, ne fırtınalar gizlediğini içinde... Hayatı nasıl seviyorsan, öyle sevmelisin onu da, herşeyiyle, tüm süprizleriyle... O fırtınalarda öleceğini bilmeli insan, işte sırf bu yüzden, girip o fırtınaların tam ortasına, ölmeli...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Nasıl aşık olunduysa herhangi bir kadına, O’na da öyle aşık olunmalı, bir anda, hiç beklenmedik bir şekilde, aklının ucundan dahi geçmeyen bir zamanda... Gittiği her yerde O’na geri döneceğini bilmenin heyecanı olmalı insanın içinde... Yüzünün her metrekaresinde tuzu ve tam orta yerinde kalbinin, lekesi kalmalı... O’nsuz yaşayamamalısın...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan</div>
<div style="text-align: justify;">
03 Şubat 2009</div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul </div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-30106144319298698892008-12-28T02:56:00.001+02:002012-06-07T16:50:01.116+03:00Çaprazlama“Tek bir damlayım…” dedi yağmur damlası, “tam ortasında bir kuraklığın,umutlarımdır parıldayan ve gerçekliktir umutlarımın üstüne yansıyan”… “Saydam bir sessizliğim, asılı kalmışım havada…”dedi su damlaları, “çağıldayan bir su birikintisine ramak kala ulaşmaya, buz kesmişim, çağırıp durur beni bekleyen geçmişim…”<br />
<br />
“Söyleyin bana,hangisi daha çok acıtır?” dedi yağmur damlası, “çorak bir toprağa karışmak mı, buharlaşmak mı tekrardan o topraktan havaya, bir bulut olup kimi zaman gene yağmak aynı kuraklığa, kıramamak mı döngünü ya da herhangi bir döngüye sıkı sıkıya bağlı olmak mı?”. “Zor işin” dedi su damlaları, “ancak unutma, gör bak halimize, donup kalmak da var koca bir hayatın akışının yanında, yoktur daha zoru hayatta, devinip dururken bir şeyler, bakakalmak “O”na…” Sustu her ikisi de, gitti biri devinip duran döngüsüne, geri döndü kalışlarına diğeri donuk bakışlarıyla… İç çekişler kaldı geriye, bu çapraz karşılaşmada, “Hayat…” dediler, devam ettiler “Hayat”larına…<br />
<br />
İlkayCeyhan <br />
28 Aralık 2008
<br />
İstanbulilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-63980805383284438642008-12-28T02:55:00.000+02:002012-06-07T16:49:36.769+03:00Çözmeye Çalıştıklarım<div style="text-align: justify;">
Dokunsalar ağlayacak gibiyim...Dokunan olursa tabii ki... Yani tam bir kesinlik yok ağlayıp ağlamayacağım konusunda... “Ağlatmak motoru, iyidir, temizler...” diye garip bir cümle yapısıyla cevap vermişti bir tamirci günün birinde bana, karbüratörü temizliyormuş, bir an düşününce sanırım konumuzla pek alakası yok bu garip cümle yapısının, sadece çağrışım yaptı... Haklısınız, her insan aklına gelen ilk çağrışımı yapsaydı dünya ne hallere gelirdi... Çağrışım, çağrıştığı yerde güzeldir değil mi? Sanırım toparlamak gerekecek, ne diyorduk, hah! Tamam! Hem anasını ağlatmak varken dünyanın neden ben ağlıyormuşum diyordum, yani en azından aklımdan geçirmiştim... Evet, aynı anda bir çok şeyi düşünebilirim ama tek bir şeyi iletme kapasitem var, yaratılış işte, ne yaparsınız... Hem konuyu dağıtmayalım, değil mi efendim? Yok mu bunda bir haksızlık? Çok ani bir giriş oldu değil mi? “Ne diyorsun?” demeye yeltendiğinizi duyuyorum ama zahmet edipte duyurmaya çalışmayın zira şu konumda biraz zor. O yüzden devam edelim biz, siz hiç soru sormaya yeltenmemiş gibi... E madem anasını ağlatmak gerekir dünyanın, dibine vurmalı eğlencenin, kendi benliğimin festivalini düzenlemeli değil mi? Çatapatlar atılmalı çocukluğumdan, tüftüf savaşları yapılmalı, illa ve illa mahalle maçları yapılmalı aşağı mahalledeki çocuklarla, sırf o mahalledeki kızlara hava atmak için... Ağaçlara tırmanılmalı en sarhoş kafalarla, işte o kafayla, ilk gençliğimin yepyeni ufuklarına bakılmalı, ergenliğin getirdiği “açık saçık”lık hoş karşılanmalı...Gençliğin getirdiği “herşeyi yapalım arkadaş” duygusuyla keşfedilmeye çalışılmalı her kıvrımı göz bebeklerimizin, gözümüzde parlayan her yeni ifade için yeniden doğulmalı...İçilmeli karşılıksız aşkların bir gün karşılık bulması umuduna ve havaya atılmalı bedenimin içinden kimi sessiz sedasız, kimi şenliklerle geçmiş aşklar havai fişekler gibi, yükselmeli en tepe noktaya, orda saçılmalı her yere ve sönmeli zaman geçtikçe her aşk gibi... Geriye, yaşanan muhteşemliğin izi ve kısa zamanların hüznü kalmalı... Ne duruyorum ki, hemen düzenlemeli benliğin en şaşalı festivalini... Vardır illa durmamın sebebi, bilmiyorum... Dedim ya dokunsalar ağlayacak gibiyim sağnaklara inat bir hızla, dokunan yok, uzaktan kumanda duygularla hükmediyor insanoğlu insanoğlunun insanlığına.... Yalnızlığı bekleyen gece kuşlarındanım ben... Çirkin...Uğursuz... Belki de bu yüzden, uzaktan kumandan insanoğlunun kapsama alanının çıkış kapısının dibinde beklemem, ne girebilir içeri bu benlik, ne de kurtulabilir dışarının darmadağınıklığından... Dokunanım yok bilemiyorum ağlayıp ağlayamama ihtimalimi, yaşıyorum boğazımda gittikçe tümörleşen bir yumrukla....</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan</div>
<div style="text-align: justify;">
11 Nisan 2008
</div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul</div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-63226927252504900262008-12-28T02:54:00.000+02:002012-06-07T16:49:10.071+03:00Serzeniş<div style="text-align: justify;">
“Bugüne kadar nerelerdeydin?” diye soran insanları hayatım boyunca anlamadım ve anlayabileceğimi de zannetmiyorum…Her insan,varlığını bir şekilde belli eder karşısındaki insana, yaptıklarıyla, başarılarıyla…Hiçbir şey yapamadı mı? Önemli değil…Varoluşundaki temel duygularıyla vardır zaten insan, olduğu yerdedir ve çabalar durur, hoyrat aşklara, umursamaz bakışlara, unutkan gülüşlere…İnsan, “Ben hep buradayım…” der,”Ben hep buradayım”…Kör bakışlar sergileyenlerdir etraflarına, “Bugüne kadar nerelerdeydin?” diye soranlar….</div>
<br />
İlkayCeyhan<br />
28 Aralık 2008
<br />
İstanbulilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-13139978008847907172008-12-28T02:53:00.000+02:002012-06-07T16:48:47.098+03:00Bir Delirme Rüyası<div style="text-align: justify;">
Merhaba, işte yine ben… Ben kim miyim? Ciddi misiniz bunu sorarken? Şaka yapıyor olmalısınız… Evet, evet ters ters bakmanızdan belli şaka yapıyorsunuz, kim bilmez benim kim olduğumu… Aslında haklısınız, bilmiyor olabilir insanlar birbirini, örneğin siz bilmediğinizi iddia ediyorsunuz benim kim olduğumu, ama ben o kadar eminim ki beni çok iyi tanıdığınızdan… Aslına bakarsanız size bir sır vereyim mi? Hemen “hayır” demeyin en buruşuk haliyle yüzünüzün, maazallah, o kadar güzel ki yüzünüz, erken yaşta muhtaç kalmayın kırışık önleyici kremlere… Hem kim bilir ne hikâyeler çıkacak benden… Hiç mi merak etmiyorsunuz? Siz de haklısınız aslında… Yaşadığımız hayatlar o kadar hızlı ki, kim boşu boşuna zaman kaybetsin ki dinleyerek bir başka insanı… Hangi insanoğlu, zaman harcıyor artık yağmur altında yürümek için… Islanmak maskelerimizin fiyakalarını bozuyor artık… Ben dağınık bırakırım genelde, işte anca misafir gelirse toplarım… Yok, canım, en son bahsettiğim konu odam benim, hani vardır ya insanların yaşadığı, kendi özel alanları… Hah! İşte orası… Ben de farkındayım biraz önce maskelerden konuştuğumuzun ama maskesever bir insan değilim yapacak bir şey yok… Maske taksam, Nihat Doğan gibi olurum şerefsizim… Gerçi Seda Sayan’ı götürdü amcam ama… Öhö… Pardon baya bir dağıldım ben… Söz toparlanıyorum hemen… Ne diyorduk, evet, serzenişte bulunuyorduk… Tamam, bulunuyordum, zamanın hızlı geçişine… Yaprakların oluştuğunu, o yaprakların zamanla sarardığını ve ağır aksak düştüğünü kim fark ediyor artık? Adımlarımızın altındaki bir çıtırtı artık sonbaharda yere düşen yapraklar… Ne güzel olur aslında değil mi, çıtır çıtır ayaklarımızın altında, yere düşmeden yakalayıp basmaya çalışırım ben hep üstlerine daha güzel oluyor… Ters ters baktığınıza göre, gene dağıldım ben ve siz de belli ki zengin etmeye kararlısınız güzellik malzemeleri üreten şirketleri… Bakın hiç gerek yok, ben sizi şimdi düzeltirim… Israrla sorduğunuza göre benim kim olduğumu gerçekten buruş buruş olsun istiyorsunuz yüzünüz ve bilmiyorsunuz kimim ben… “Patlıcanın üstündeki kırağıyım ben!” diye güçlü bir giriş yapmak isterdim ancak bakışlarınızla ürküttünüz beni, en azından dinliyorsunuz o da bir şey… Ne diyorduk? Hah! Kendimi tanımlıyordum ben… Diyordum ki yanı başınızdayım ben aslında… Sürekli gördüğünüz, görmezden geldiğiniz, görmeye tenezzül etmediğiniz belki de… Unutmak istediklerinizim, gıcığım işte biraz, hatırlatırım size her zaman… Niyeti kayıp zamanlarınızım, amaçsızlığınızın en üst noktası… Hiç tanımadığınız bir insanım en mahrem sırlarınızı açtığınız ve belki de bir daha görme ihtimalinizin olmadığı ya da görseniz de hatırlamayacağınız… Değil mi? İnsanoğlu beş dakika öncesini unutmaya çalışıyor artık, neden hatırlasın ki beni? Hala soruyor musunuz, kimim ben? Unuttuklarınızım… Yanı başınızdayım…</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan</div>
<div style="text-align: justify;">
25 Nisan 2008
</div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul</div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-9121237895856559382008-12-28T02:52:00.000+02:002012-06-07T16:48:09.839+03:00Paralelkenar<div style="text-align: justify;">
Yine gecenin bir yarısı… Gece demek bile abes aslında, tam anlamıyla sabahın 5’i, herkesin uyuduğu, benimse dibine kadar batmış, dibine kadar alkollü, dibine kadar yıkık zamanlarım…</div>
<div style="text-align: justify;">
Yeni yeni farkına varıyorum, paralel hayatlar yaşıyorum tüm insanoğluyla… Örneğin, hani vardır ya her insanın hayatında, benim de öyle var olan, hayatımın tümünü verdiğim, tüm kişilik oyunlarımın yazarı şahısla, adım adım adımlıyoruz apayrı hayatları, belki de farkına varmadan birbirimizin… Onun indiği vapur iskelesinin önünde bırakıyor beni işe gitmek için bindiğim dolmuş, o, benim evimin yakınlarında çalışıyor ve iş çıkışlarında, illa karşılaşıyoruz istemesekte, birbirine paralel karşıt kaldırımlarda, sadece ufak bir bakış ve el sallama ile… Apayrı hayatlara kanıt bitişlerimizi göstererek birbirimize…</div>
<div style="text-align: justify;">
Çok uzak şehirlerde kendi hayatlarımızın telaşına düşmüşüz, ilk aşk denilen ve her zaman bir şeyleri hatırlatan, zamansız yıkılışların mimarı ile… Paylaşıveriyoruz artık çocukluğumuzun en parlak yerine yerleştirdiğimiz gelecek hayallerini… Zaman, adım adım ayaklayıveriyor bedenlerimizi, büyüyoruz… Birbirine paralel şehirlerde, bambaşka insanlarla, gerçekleştirmeye çalışarak çocukluk hayallerimizi…</div>
<div style="text-align: justify;">
Evet, büyüyoruz giderek, artıyor sorumluluklarımız… Üstümüze üstümüze hücum ediyor, çocukluğumuzda hiçte geçmek bilmeyen zaman… Paralel hayatlar yaşıyoruz birbirimize, kesişme noktalarımız kanayan bir yara sadece… Hayal kırıklıklarının en büyükleri karşılıyor bizi, büyüdükçe yaşımız… Kimimiz yok ediyor hayal ettiği güzelim dünyayı, kimimiz bomboş, isteksiz, yersiz yurtsuz sırtlanıveriyoruz hiçte görevimiz olmayan “hayat” denen sorumluluğu… Belki de, en büyüğü oluyor, “Aşk” diye benimsediğimiz, içimize bakışlarını özenle işlediğimiz, görünce “o”nu gözlerimizin hiç olmadığı gibi parlayan zamanların pırıltıları… Ve neden sonra, bakıyorsunuz ki, sizinle aynı paralellikte yaşayan bir başka kişi ki sizin sevdiğiniz, değer verdiğiniz bir başka kişi, paylaşıveriyor bir anda “o”na dair kurduğunuz hayalleri… Aynı “Hayat” a âşık oluveriyorsunuz bir anda, aynı rakı masasında aynı kişiden bahsettiğinizi bilmeden, bambaşka insanları hayal ettiğinize kendinizi inandırarak… En ağır yükleri taşımaya daha dünden razı omuzlarınız, bırakıveriyor kendini bir anda… İçseniz kaç yazar? Hangi alkol klorak etkisi ile beyaz gösterebilir bu acıyı size? Ve hangi hayalinizi seçerseniz seçin benliğinizin gardırobundan, unutmak için varoluşunuzun acılarını, hatırlatacaktır paralel hayatlara mahkûm olduğunuz yemyeşil gözlerin yüreğinize kurduğu saltanatı… Yine yıkık, yılgın zamanlar sizi bekliyordur artık… Gereğinden fazla içmeye başlarsınız, gereğinden fazla düşünmeye başlarsınız pırıl pırıl parlayan bir çift gözü… En karanlık gecelerinde bir bahar ayının, hatırlarsınız “Aşk” denen şeyi Türk filmlerinden öğrendiğinizi… Koruluk alanda birbirine koşan çiftleri hatırlarsınız, senede bir gün buluşan sevgilileri… Ve illa, “Sadri Alışık” olursunuz, salaş bir meyhanede, en yakın arkadaşınıza anlatırken aşkınızı, dilinizin ucunda en çirkin sesinizle ve yüreğinizi parçalayarak, verircesine hayatınızı, ona söylediğiniz bir şarkı ile… “ Şarkılar seni söyler, dillerde name adın… Aşk gibi, sevda gibi… Huysuz ve tatlı kadın…” Bağıra bağıra ilan edersiniz, Yeşilçam’ın en saf zamanlarınızda öğrendiğiniz “Aşk” masallarını, bilmeden aşkınızın “En güzel zamanlarını demek bensiz yaşadın” diye biten şarkı ile sonuçlanan paralel zamanlara ait olacağını…</div>
<div style="text-align: justify;">
Aydınlanıyor gece… Yüklenip duruyorum üstüme vazife olmayan ne varsa… Evet, paralel hayatlar yaşıyorum sizinle… Ortak noktalarda kesişiyor açıortaylarımız… Kestiği yerde kısa kenarın telaşı uzun kenarını hayatımın, bırakıveriyorum kendimi olur olmaz bir boşluğa, biraz da sizin için kanıyorum burada… Kesişme noktalarında bırakarak, kesiştiğim diğer hayatları, aynı hayali paylaşmanın ağırlığını paylaşarak birazda, “vazgeçiyorum senden” en yıkık, en yılgın hallerimle, “seni seviyorum” diyemeden… Her zamanki gibi, topluyorum nevalemi, yürüyorum bilmediğim yerlere, adım adımlayarak zamanı…</div>
<div style="text-align: justify;">
Şimdi, bir kez daha yıkık ve yılgın, çokta inanmayarak, bu kez sadece “sana” paralel yeni bir hayat kurma telaşındayım gene binbir umut ile… Bir kez daha ve kim bilir ne kadar süreciğini bilmeden bu platonik travmanın ve en alkollü hallerimle… Daha fazla saçmalamadan susmak en iyisi sanırım…</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan</div>
<div style="text-align: justify;">
19 Nisan 2008
</div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul</div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-2146942297052582602008-12-28T02:49:00.001+02:002012-06-07T16:47:41.393+03:00Aklıma Zarar Konuşmalar<div style="text-align: justify;">
İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor aslında… Yapacak bir şeyim olmamasından değil bu halim, yapacak bir şeyim olsa bu his gene olurdu içimde, eminim… Bunalıyorum, çıkıp geziniyorum düşüncelerimin aklıma zarar yollarında. Bir bakıyorum, köşelerimden birine sinmiş oturuyor içimdeki çocuk, ne kadar “çocuk” kaldıysa işte o kadar oturuyor köşelerime mülteci olarak sinen çocuk… “Kalk hadi” diyorum, dinlemiyor beni… “Gel hadi, göğümüze konan uçurtmaları izleyelim” diyorum, “kalbimizin tek kanatlı martılarına yem atalım, dönme dolap olalım dönüp duralım geçmişin çatlaklarında, en tepe noktasında durdursun makinist dönengeçmişdolabını kendimizi görelim” diyorum, oralı bile olmuyor çocuk… “Hadi, naz yapma!” diyorum “Gel, falezlerimizden atlayalım benliğimizin denizine, ayaklarımızı sarkıtalım aşklarımızın iskelesinden… Pamuk helva yiyelim hadi, mahallenin haşarı çocukları gibi gizlice çalalım yalnızlığımızın kapı zilini, o bağırırken arkamızdan biz arkamıza bakmadan kaçalım…” Tip tip bakıyor içimdeki çocuk, “Git başımdan…” diyor “Git başımdan, sen dönme dolaba binemezsin, çok büyüksün, sığmazsın “diyor köşelerime sinen gıcık çocuk… “Çok önce tamamen yıkıldı ayaklarını sarkıtmak istediğin iskele, şekerin var pamuk helva dokunur sana hem, falezlerine çıkan tüm yolları devedikenleri sarmış, çıksan bile denizin kayalık artık” diyor köşelerime sinip kalasıca gıcık çocuk. “Tek kanatlı martıların çığlık atmıyor, esme özürlü rüzgârların nasıl konduracağız göğümüze o uçurtmaları? Yalnızlığın bile gölgene taşınmış, bak, haberin bile yok… Neresinde kapısı o bile belli değil” diyor kafasını köşelerime sürte sürte cezalandırmak istediğim çocuk “Hem sen zaten kristal bir aşka yalınsın amca, rahat bırak beni ben oturacağım “ diyor köşelerimde beni alt eden zaferi gözlerinden okunan çocuk… Bana “Amca” dedi ya… En çok o koyuyor…</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan</div>
<div style="text-align: justify;">
15 Haziran 2008
</div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul</div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-87666218637326987532008-12-28T02:42:00.001+02:002012-06-07T16:47:03.001+03:00Saklambaç98...<br />
99...<br />
100...<br />
<br />
Sağım boşluk<br />
Solum boşluk<br />
Ardım çocukluğum / ilk gençlik<br />
Koşturmalar, kahkahalar...<br />
Mahalle maçları, tüftüf savaşları...<br />
İlk aşk, ilk sarhoşluk, ilk hayal kırıklığı...<br />
Peki ya önüm?<br />
<br />
98...<br />
99...<br />
100...<br />
<br />
Çocukluğum, gençliğim, yaşlılığım<br />
Sobe!...<br />
Saklanmayan ebe...<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
08-17 Ağustos 2007
<br />
İzmir-İstanbulilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-671804219770264192008-12-28T02:41:00.001+02:002012-06-07T16:46:33.094+03:00Dolunayın Düşündürdükleri"N.D. için"<br />
<br />
Dibine kadar ter<br />
Bir İzmir gecesi gene...<br />
Yıl ikibinlerinaltıncısı ve en ortası<br />
Aylardan bir yaz mevsiminin<br />
Tam tamına üç yıl olmuş ayrılalı<br />
Ve yirminci yüzyılla yirmibirinci yüzyıl<br />
Arasına sıkışmış bir gençlik zamanının<br />
Gururuna eklenmiş<br />
Aşk acısı...<br />
<br />
Dibine kadar etil alkol<br />
Haşikio karışımı bir İzmir gecesi gene...<br />
Ana-baba sonradan ayrılma <br />
İlk yetmelik evimde,<br />
Bir balkona sığdırılmış tüm ergenliğim...<br />
Mahallenin köpekleri tanımıyor artık beni<br />
Ve tüm şahitleri çocukluğumun<br />
Başka bir yere taşınmanın esaretinde...<br />
"Hangi kapıyı çalsam yalnızlığa açılacak" belli...<br />
Ruhlarımızın en parlak yerine yerleştirmişiz<br />
"Büyümek" kelimesini...<br />
<br />
Dibine kadar bunaltı<br />
Bir İzmir gecesi gene...<br />
Rakımın buğusuna düşmüyor gözlerinin yeşili<br />
Ve yanına meze bir kalıp beyaz peynir artık<br />
Adın yerine...<br />
<br />
Yıl ikibinlerinenaltıncısı...<br />
Ruhlarımızın arası kara kedi cenneti<br />
Bir yaz dinlencesinde bedenlerimiz<br />
Ben etken bir yalnızlığa<br />
Edilgen bir serseri...<br />
Yosun kokulu bir hüzne<br />
Hohluyorum gene<br />
Buğusuna karalayabilmek için adını...<br />
Yıl ikibinlerinaltıncısı<br />
Adın, kaderimin alnında<br />
Bir doğum lekesi...<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
26-27 Haziran 2006
<br />
İzmirilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-30390834753458152832008-12-28T02:24:00.000+02:002012-06-07T16:46:09.828+03:00DeğiştokuşTaşıyıp durdu hayatı boyunca<br />
İçindeki kalabalığı<br />
Yanıbaşındaki bir<br />
Tenhalığa...<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
09 Şubat 2004
<br />
İstanbul-İzmirilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-29380432804454224712008-12-28T02:16:00.001+02:002012-06-07T16:45:51.470+03:00Ve acıya keser düşlerin<br />
En olmadık yerinde<br />
Bitmez tükenmez bir senfoninin...<br />
Zaman, sessiz sedasız, yılgın, zamansız göçer<br />
Dokuz sekizlik bir hayattan<br />
Gece düşer gözlerine<br />
Mavisi kaybolur sözlerimin<br />
<br />
Koskoca, kalabalık bir kent <br />
Oluyordu gözlerin<br />
Ve evcil hayvanlara benzetebileceğimiz <br />
Bulutlar geçiyordu gökyüzünden...<br />
İstediğin zaman bırakıp gidebileceğin <br />
Keskin yosun kokusuydu sözler...<br />
<br />
Kalabalık içinde yalnızlık hissiydi düşlerin<br />
Her seferinde bırakıp gideceksin diye<br />
Endişelendiğim<br />
<br />
Oturduğunuz evin giriş kapısında<br />
Ya da yol muhabbetlerimizde <br />
Anlıyordum bunu...<br />
<br />
Oysa sızdırır dururdu geceler<br />
Yapayalnız bir geçmişi bedenine...<br />
Sıvası dökük cümleler kurardın<br />
İnadına yorgun düşerdi saatler<br />
<br />
Beraber yürüdüğümüz <br />
Arnavut Kaldırımı caddelerde<br />
Anlıyordum bunu...<br />
<br />
Viran saatlerinde bu kentin<br />
Cümleler kurardım sana dair<br />
Söylerdim ya<br />
"En çok sen yakışıyorsun bu hayata" diye<br />
Şimdi bir düş kuruyorum sırf senin için<br />
Sonu illa iyi bitsin<br />
ve "Hayat" adında...<br />
<br />
Ve acıya keser düşlerin<br />
Gece düşer gözlerine<br />
Mavisi kaybolur kalbimin, gözlerinde...<br />
<br />
Beraber beklediğimiz <br />
Otobüs duraklarında<br />
Anlıyorum bunu...<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
13 Şubat - 01 Mart 2001
<br />
İzmirilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-64120699471904047352008-12-28T02:08:00.001+02:002012-07-27T00:41:23.039+03:00Bir Garip Aşk HikayesiKimyası bozulmuş sevgimizin<br />
Zaman geçer güle güle sevgilim<br />
Profesyonel yalnızıyım bu şehrin sensiz<br />
İzin günlerimde yalnız seni sevdim...<br />
<br />
Hiç Bu kadar sessiz kalmamıştı bu telefon<br />
Sensiz, gözü kanlı serserisiyim bu şehrin...<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
14 Mayıs 2000
<br />
İzmirilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-44976355297009366782008-11-25T13:09:00.001+02:002012-06-07T16:44:35.821+03:00İçimArtık çokça adam,<br />
Ve kaldığı kadar, azca çocuk…<br />
Ekle bunlara bir de biraz sen…<br />
İşte ben…<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
07 Temmuz 2008
<br />
İstanbulilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-56864106312592659832008-11-25T13:08:00.000+02:002012-06-07T16:59:42.926+03:00Öylesine Bir Hikaye<div style="text-align: justify;">
Sahnedeyim… Tozlu, tahta zemin üzerinde… Tüm spotları açık sahnenin, tam ortaya vuran ışık hüzmesinin altındayım… Kimse yok tiyatronun salonunda, daha oyunun başlamasına saatler var. Ekipten gelen ilk kişi de benim zaten, temizlik görevlileri bile ortada yok. Tek başıma, karşımdaki kırmızı kadifeden imal koltuklara bakıyorum… Birbirlerine geçmiş dişliler gibi sıralanan koltuklar dikkatle inceliyor beni, ben ışık hüzmesinin altında sessizce duruyorum.</div>
<div style="text-align: justify;">
Rahatsız ediyor bir anda beni boş kırmızı koltukların dik bakışları. Aslında rahatsız eden suskunluğum, işime geliyor suçu koltukların üstüne atmak… Yıllardır bakıyorlar bana öyle dik ve boş bir şekilde, hem gözlerimin kırmızılığı onlardan hatıra bana, dedim ya, beni rahatsız eden susuşum… Dekorların arasına dalıyorum bir anda kulis tarafına koşarak, nedenini bilmeden, tamamen içgüdüsel. Etrafa göz gezdirirken bilinçsiz bir şekilde, bir paravanın arkasından uzatıveriyor kafasını eski püskü bir berjer koltuk, “Ne var? Ne istiyorsun?” der gibi… Aslında “gibi” kısmı fazla… Resmen kafa tutuyor bana koltuk, büyükannelerimizin, ninelerimizin evinde görebileceğimiz kadar eski, tozdan rengi solmuş o yeşil kumaşlı, oymalı kakmalı, kaknem koltuk. “Ne var?” diye üsteleyerek soruyor bana paravanın arkasından efelenen, yapayalnız ölümü bekleyen yaşlı bir adamın huysuzluğuna sahip koltuk… Susuyorum… Tek kelime harcamaya niyetim yok. Huysuz koltuğun yanına gidip kaldırıyorum paravanı üzerinden. Güç bela getiriyorum sahnenin ortasına, biraz önce beni aydınlatan ışık hüzmesi artık ikimizi aydınlatıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
Anlam veremeyen gözlerle bakıyor bana, seyircilerini bekleyen kırmızı koltuklar, fısıltılarını duyuyorum ne yaptığımı sorgulamaya çalışan… Oturuyorum berjer koltuğun üstüne, “kilo vermen lazım delikanlı.” Diyor bana gıcık koltuk, “Sus” diyorum “kemiklerim iri benim…”. “Ama sağlığın için… Hem şekerin varmış; geçen kuliste konuşurlarken duydum” diye inadıma inat ediyor inatçı koltuk, “Boşver” diyorum “Çok sağlıklı düşünen biri değilim”.</div>
<div style="text-align: justify;">
Bir sahil kasabasının denize bakan, çıkmaz sokaktan bozma boşluklarından birine atılmış, eski püskü, boyası dökülmüş, üstü yosun dolu, kullanılmayan bir teknenin üstüne keyifle uzanmış bir kedi gibi oturuyorum yaşlı koltuğun üstünde… Işık gözlerimi kamaştırıyor, hani baksam geçmişimin penceresinden göremeyeceğim kimler gelmiş geçmiş hayatımdan, aşk solmuş mu, yağmur yağıyor mu hala aşk ağladığında…”Geçmişte yaşama delikanlı” diyor sanki aklımdan geçenleri okuyormuş gibi yaşlı koltuk. “Geçmiş ağırlık yapar bünyende eğer her seferinde bakarsan ona, ayağında prangalaşır, ağır aksak kalırsın” diyor “ bak bana, unuttum benliğimin festivallerini çoktan, takılı kaldım gölgelerimde, havai fişekler gibiymiş aşk, bir süre sonra tepe noktaya varır sonra yavaşça söner gidermiş, gerisinde bir iz bırakarak. Boşver geçmişi… Tadını çıkar sadece yaşadıklarının, zamanının, bak bana, örnek al, tozlanmasın seninde yüreğin paravan arkalarında…”. “Geçmişi düşünmüyorum” diyorum, şaşırıyor yaşlı koltuk. “Şimdide benim aklım, bir çift yeşil göz var gözlerimin içinde ve aklımda hep yemyeşil bir deniz, medceziri kuvvetli, poyrazı sert…”. “Ah be delikanlı!” diyor yaşlı koltuk, “Hadi kalk, boş ver, umudunu yitirme… Oyunun var akşam git hadi kostümünü giy, makyajını yap. Dağılır kafan nasıl olsa, hadi” diyor. Kalkıyorum, hala kendi aralarında fısıldaşıyor kırmızı kadife koltuklar. Gözümü kamaştırıyor sahnenin ışıkları, aklımın köşesinde hala yemyeşil bir deniz, İzmir’imin yolları gibi, tüm yollarım denize çıkıyor. Akşama oyun var, dağılmıyor kafam…</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlkayCeyhan</div>
<div style="text-align: justify;">
Eylül 2008
</div>
<div style="text-align: justify;">
İstanbul</div>ilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-36629243103364729712008-11-25T13:07:00.000+02:002012-06-07T16:43:54.460+03:00SarhoşlukGözlerinin yeşili düşmese <br />
İçtiğim rakı bardağının buğusuna,<br />
Kim bilir,<br />
Bu kadar sevmeyeceğim bu mereti<br />
Belki de…<br />
Ve hatırlatmasa<br />
Bu kente düşen her yağmur damlası<br />
Adının anlamını bana…<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
Eylül 2004
<br />
İzmirilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-37003350359486826132008-11-25T13:05:00.000+02:002012-06-07T16:43:40.623+03:00Dilbilgisi“Seni Seviyorum” cümlesindeki<br />
Gizli özne olur adım<br />
Kullanılınca aynı cümle içinde<br />
Adınla…<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
27 Şubat 2006
<br />
Fransa-Niceilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7485818107403937094.post-74137976454232091002008-11-25T13:04:00.000+02:002012-06-07T16:43:19.680+03:00Güz YaklaşırkenMevsim sonlarında kapanan<br />
Yazlık sinemalar gibiydi aşkımız…<br />
Kıymıkları kıçımıza batan sandalyeler<br />
Üst üste… Yerlerde yaprak kalıntıları…<br />
Aklımızın en ücra köşelerine kazınmış<br />
Öpüşme sahnesinin üstüne yazılı<br />
Bir “SON” yazısı…<br />
<br />
İlkayCeyhan<br />
11 Nisan 2008
<br />
İstanbulilkayceyhanhttp://www.blogger.com/profile/07792192515911974025noreply@blogger.com0