Dokunsalar ağlayacak gibiyim...Dokunan olursa tabii ki... Yani tam bir kesinlik yok ağlayıp ağlamayacağım konusunda... “Ağlatmak motoru, iyidir, temizler...” diye garip bir cümle yapısıyla cevap vermişti bir tamirci günün birinde bana, karbüratörü temizliyormuş, bir an düşününce sanırım konumuzla pek alakası yok bu garip cümle yapısının, sadece çağrışım yaptı... Haklısınız, her insan aklına gelen ilk çağrışımı yapsaydı dünya ne hallere gelirdi... Çağrışım, çağrıştığı yerde güzeldir değil mi? Sanırım toparlamak gerekecek, ne diyorduk, hah! Tamam! Hem anasını ağlatmak varken dünyanın neden ben ağlıyormuşum diyordum, yani en azından aklımdan geçirmiştim... Evet, aynı anda bir çok şeyi düşünebilirim ama tek bir şeyi iletme kapasitem var, yaratılış işte, ne yaparsınız... Hem konuyu dağıtmayalım, değil mi efendim? Yok mu bunda bir haksızlık? Çok ani bir giriş oldu değil mi? “Ne diyorsun?” demeye yeltendiğinizi duyuyorum ama zahmet edipte duyurmaya çalışmayın zira şu konumda biraz zor. O yüzden devam edelim biz, siz hiç soru sormaya yeltenmemiş gibi... E madem anasını ağlatmak gerekir dünyanın, dibine vurmalı eğlencenin, kendi benliğimin festivalini düzenlemeli değil mi? Çatapatlar atılmalı çocukluğumdan, tüftüf savaşları yapılmalı, illa ve illa mahalle maçları yapılmalı aşağı mahalledeki çocuklarla, sırf o mahalledeki kızlara hava atmak için... Ağaçlara tırmanılmalı en sarhoş kafalarla, işte o kafayla, ilk gençliğimin yepyeni ufuklarına bakılmalı, ergenliğin getirdiği “açık saçık”lık hoş karşılanmalı...Gençliğin getirdiği “herşeyi yapalım arkadaş” duygusuyla keşfedilmeye çalışılmalı her kıvrımı göz bebeklerimizin, gözümüzde parlayan her yeni ifade için yeniden doğulmalı...İçilmeli karşılıksız aşkların bir gün karşılık bulması umuduna ve havaya atılmalı bedenimin içinden kimi sessiz sedasız, kimi şenliklerle geçmiş aşklar havai fişekler gibi, yükselmeli en tepe noktaya, orda saçılmalı her yere ve sönmeli zaman geçtikçe her aşk gibi... Geriye, yaşanan muhteşemliğin izi ve kısa zamanların hüznü kalmalı... Ne duruyorum ki, hemen düzenlemeli benliğin en şaşalı festivalini... Vardır illa durmamın sebebi, bilmiyorum... Dedim ya dokunsalar ağlayacak gibiyim sağnaklara inat bir hızla, dokunan yok, uzaktan kumanda duygularla hükmediyor insanoğlu insanoğlunun insanlığına.... Yalnızlığı bekleyen gece kuşlarındanım ben... Çirkin...Uğursuz... Belki de bu yüzden, uzaktan kumandan insanoğlunun kapsama alanının çıkış kapısının dibinde beklemem, ne girebilir içeri bu benlik, ne de kurtulabilir dışarının darmadağınıklığından... Dokunanım yok bilemiyorum ağlayıp ağlayamama ihtimalimi, yaşıyorum boğazımda gittikçe tümörleşen bir yumrukla....
İlkayCeyhan
11 Nisan 2008
İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder