22 Aralık 2011 Perşembe

Geri Dönüş

Elimde bavul, eski, ahşap bir evin önünde bekler gibi, ne yapacağımı bilmez bir halde duruyordum öylece. Taş gibiydi içimde… Olduğu yerde ağır, lal kesmiş… Kadim zamanlardan kalmaydı, bir o kadar da tarihim kadar yakın. Değişmiş miydi? Uzak gelirdi eskiden oysa… Şimdi bakıyorum da, hep yanı başımdaymış meğer. Hep beklemiş, zaten hep oradaymış, giden de benmişim ondan, ona geri gelen de… Değişmiş miydi? Taş gibiydi, olduğu yerde ağır, lal kesmiş…

Baktı bana, rüzgarlar vardı gözlerinde. “Böyle işte” demek istedi dilim, sıradanlaşmak istedi. Beynim başka bir şey söylüyor oysa, kalbim bambaşka. “Zamandan bahsediyorlar bana kimle konuşsam, -zaman en iyi ilaç…- diyorlar” dedim. “Durduğum yerde yanımdan akıp gidiyor oysa –zaman-, bir yabancı bakışa yanık, küskün bir çocuk kalıyor geride” dedim, baktı durdu yüzüme. Gözlerinde uçurumlar vardı.

Taş gibiydi, dedim ya, içimde… Ağırlığınca duruyordu. Konuştu neden sonra, sebepsiz. Tavan arasında saklı kalmış, eski, tozlu eşyalar gibi kırık dökük çıktı ağzından kelimeler. Dedi, “dert etmezdin bana gelişlerini bu kadar, ne farkı var bu sefer?”. Baktım durdum yüzüne, cevap aradım, bir çok kelime geldi dilimin ucuna, vazgeçtim. İstemedim anlatmak. Baktı gözlerimin içine ağırlığınca. Göğsümde koca bir sızı gibiydi, her bakışı kağıt kesiği… “Anladım” dedi devam etti bakmaya, yüreğimin her yeri kağıt kesiği…

Dedim, “O sevmiyor diye takmadığın atkıyı, çıkartıp sakladığın yerden tekrardan takmakmış ayrılık, öğrendim”. Baktı öylesine yüzüme, anlamsız. Gözlerinde yüzyılların durgunluğu. Soğuk, bronz bir heykel gibiydi, baktıkça dizlerimi titretti. Susmadım, devam ettim konuşmaya yine de. Titredi sesim, dedim “ Sebepsiz yere susmakmış, bazen de sadece gitsin diye içinin kasveti çok ve gereksiz konuşmak... Düşünmeden ve sadece tırnak ucu kadar bir mutluluk için saçmalamakmış kimi zaman. İçine ağlamakmış ayrılık… Özlemekmiş, özlediğini belli edememek… Öğrendim”. Homurdandı taşlaştığı yerde, huzursuz bir gök gürültüsü gibi “Bilmiyor muydun zaten bunları daha önce? Kaç defa yaşadın?”. “Defalarca yaşadım” dedim, “defalarca, çokça… İlk kez hissettim bunları, farkı bu sadece” dedim, sustu. Kim bilir kaç yüzyıldır susuyordu, suskunluğunda örümcek ağları... Homurdandı içten içe, bir şeyler söyleyecek gibi kıpırdandı, vazgeçti neden sonra… Baktım, gözlerinde okyanuslar vardı, ben de sustum… Affedilmek gibi huzurla baktı sonra bana. Dedi, “Üzülme evlat artık, sen ak git yatağında, zaman dursun bu sefer…” kadim dostum yalnızlık… “Tekrar gidene kadar, bir kez daha hoş geldin, ağlamak istersen omzum yanı başında…”

İlkayCeyhan
02 Ekim-22 Aralık 2011
İstanbul

12 Aralık 2011 Pazartesi

O Anda

Okyanus taşıyordu adımlarında
Sırnaşarak kucağıma yatan kedi,
Ardında su izleri…
Sevdikçe yosun koktu ellerim,
Turuncu bir yalnızlığı taşıdı içime…
Bir Kasım akşamında,
Yıl iki binlerin en on birincisi,
Özledim seni…



İlkayCeyhan
20 - 24 Kasım 2011
İstanbul