27 Aralık 2016 Salı

Kızıl ve Siyah

Cenazede tanıştık onunla… Mezarlığın kenarından gömülüşünü izliyordum annemin. Babamın sırtı bana dönük, başı eğik… Mırıldanılan dua sesleri, babam görüyor beni:  “Ne işin var lan burada! Ne yüzle geliyorsun lan buraya! Siktir git lan buradan!” Araya giriyorlar, zaten uzağım, daha da uzaklaştırıyorlar beni mezarlıktan. O sırada göz göze geliyoruz onunla, sadece bir saniye, o kadar… Teker teker gidiyor herkes, babam birinin omzuna dayanarak ilerleyebiliyor, söyleniyor bir yandan da: “amına koduğumun çocuğu ne yüzle geliyor buraya! Amına koduğumun çocuğu…”, “küfretme, ayıp” diyorlar… Herkes gittikten sonra, gidiyorum annemin mezarının başına. Konuşuyorum onunla uzun bir aradan sonra ilk kez: “Geldim işte anne… annem…”

Dedim ya cenazede tanıştık onunla diye. Uzaktan bana bakıyordu. Uzun uzun, gözlerini kaçırmadan… Ben de baktım ona. Sonra kalabalıkla birlikte gitti o da. Mezarlığın başında arabayla beklemiş beni: “Nereye gideceksiniz? Beraber gidebiliriz istersen…” Bakıyorum gözlerinin içine, bir şey demeden biniyorum arabaya: “Nereye istersen oraya git, bu saatten sonra farketmez!” diyorum. Çalıştırıyor arabayı, arada konuşmaya çalışıyor, ismimi öğrenmeye falan çabalıyor, nerede oturduğumu soruyor, annemin ölümünden hiç bahsetmiyor, onun çocuğu olduğumdan bihabermiş gibi konuşuyor benimle. Bir sigara yakıyor, bir nefes çekip veriyor bana: “içer misin?” İçiyorum. Deniz kenarında, tenhaya çekiyor arabayı. Kendini anlatmaya başlıyor bana. Nerede doğduğunu, bu şehre nasıl geldiğini, ne işle uğraştığını… Duraksamadan anlatıyor. Ardı arkasına yakıyor sigaraları anlatırken, hep gözümün içine bakıyor. Bense susuyorum, hep.  Gözümde koca güneş gözlüklerinden var. Nereye baktığım belli değil, hoşuma gidiyor bu durum. Sonra çıkartıp gözümden güneş gözlüğünü “evine gidelim mi?” diyorum, kekeliyor… Ev dolu, “tenhaya çek o zaman” diyorum. Çalıştırıyor arabayı, şehrin uzak noktalarından birine, ormanlık alana doğru çıkıyoruz yola. Müziği açıyor yolda, neşeli bir şeyler arıyor radyonun kanalında, gergin, bir-iki defa kaza atlatıyoruz. Oralı bile olmuyorum, ben umursamadıkça daha da geriliyor. Kimsenin göremeyeceği bir alana çekiyor arabayı. Dışarı çıkıyor, etrafta kimse var mı diye kolaçan ediyor etrafı, kimsenin olmadığından emin olduktan sonra geri dönüyor arabaya. Sevişiyoruz! Daracık alanda, tüm nefretimi, öfkemi suratına kusarak sevişiyoruz! Elimiz, ayağımız yorgunluktan tutmaz olana kadar sevişiyoruz! İşim bitince yaslanıyorum koltuğa, “Bi’ sigara versene” diyorum. Uzatıyor yavşak yavşak, biraz önce sikti ya, eser kalmadı öncesindeki telaşından! Bir şeyler geveliyor ağzında, ne anlatmaya çalıştığını anlamaya dahi uğraşmıyorum. “Beni eve götür” diyorum, afallıyor, toparlanmaya çalışıyor Bozularak basıyor arabanın marşına, suratı allak bullak… Oturduğum yere geliyoruz, iniyorum arabadan. “İçeri davet etmeyecek misin?”, “hayır” deyip suratına kapıyorum arabanın kapısını yüzüne sertçe, arkama bakmadan apartmanın kapısından içeri giriyorum. Eve çıkıyorum, kapıyı kapatıyorum, çöküyorum olduğum yere. Ayaklarım taşımıyor artık beni. Ağlıyorum, içimdeki kini, irini akıtmak istercesine ağlıyorum…

Ertesi sabah, evi havalandırmak için camı açtığımda arabasını görüyorum. Beni bıraktığı yerde, elinde sigara, apartmana bakıyor. Beni camda görünce, sigarasını atıp yere, evimin katına çıkıyor. Kapım çalınıyor… “Ne var lan?” diyerek açıyorum kapıyı. “Bu havan ne güzelim, tadın damağımda kaldı, geldik işte” diyor “ne yaygara yapıyorsun?”. “Siktirtme bana tadını, damağını! İstemiyorum ulan! De hadi naş!”. Göğsünden tutarak sertçe itiyorum onu, merdivenin tırabzanına tutunuyor düşmemek için. Kapıyı vuruyorum suratına. Bir hışımla çıkıyor apartmandan, camdan izliyorum onu, son bir kez bana bakıp biniyor arabasına, çekip gidiyor. Çıkıyorum evden, alt komşum Asiye teyze ile selamlaşıyoruz. Mahallenin bakkalına gidiyorum, erzak alıyorum, günlük şeyler. Her seferinde süzdüğü gibi bir kere daha süzüyor beni bakkal, aldığım nevale için “bunlar benden olsun” diyor, “siktir lan” deyip parasını atıyorum tezgâh üstüne. Herif mal karşılığınca sikecek beni aklınca! Amın oğlu! Yolda top oynayan çocuklar laf atıyor, oralı olmuyorum, topu önüme atıyorlar, topuklunun sol iç köşesiyle vuruyorum. “90’a taktı lan gördün mü?”,  “Vay babanın kemiğine”. Söylenip duruyorlar arkamdan… Taksi durduruyorum, “nereye ablacım?”… Abla kelimesini vurguluyor, gideceğim yeri söylüyorum. Babamın dükkânı…  Biraz uzağında iniyorum dükkânın, uzağından izleyip, bakabileceğim kadar bir mesafede. Dükkânın önüne sandalyesini çekmiş, iki eli dizlerinin üzerinde, dirsekten kıvrık ve dirseklerini dışa döndürmüş bir şekilde oturuyor. Ne zaman üzgün olsa, öyle oturur babam, gelen gidenden taziyeleri kabul ediyor, yan dükkândan Ediz amca da yanında. Cesaretimi topluyorum, gidiyorum yanına. Beni görünce irkiliyor, “Ne işin var lan burada?!” “Sana” diyorum “yiyecek bir şeyler getirdim, şimdi sen…” sözümü bitirmeme izin vermiyor. “Ulan amcık ağızlı! Benim elim ayağım yok mu ha?1 Alamam mı ben kendime nevale?! Sana mı kaldık la orospu çocuğu! Siktir git buradan” Üstüme yürüyor, araya Ediz amca giriyor “Ayıptır, yapma. Yakışmıyor sana”. Sonra dönüyor bana “git sen de evladım, görmüyor musun baban istemiyor”… Bırakıyorum elimdekileri, tek bir kelime etmeden gidiyorum. Babam hala bana sövüyor arkamdan. Bir süre deniz kıyısında oturuyorum, yanıma banka bir adam oturuyor, soruyor yavşak yavşak “biraz eğlenelim mi gülüm seninle? Ne dersin?” Kalkıyorum oradan suratına dahi bakmadan adamın, taksiye biniyorum, eve geliyorum. Bizim lavuk kapıda bekliyor beni. Görmezden gelmeye çalışıyorum, önümü kesiyor “Havanı sikerim senin!”, “Kes lan!” diyerek itiyorum geçip gidiyorum yanından. Kolumdan tutup çekiyor beni, koyuyorum yumruğu suratına ard arda. Kaşı açılıyor, tehditler savurarak gidiyor “Göstericem lan sana! Orospu! Ananı sikicem senin!”. Eve çıkıyorum, uzanıyorum yatağa. Uyuyorum biraz.

Kapının kırılır gibi çalınması ile uyanıyorum Tekmeleyerek, yumruk atarak çalınıyor kapı. Açıyorum kapıyı, bizim lavuk ile birlikte 3 kişi daha dalıyor bir anda içeri. Suratıma ilk kim vuruyor hatırlamıyorum. Sonrasında sopalarla vuruyorlar her tarafıma, bayılıyorum. Ayıldığımda, ellerim arkadan bağlı, ayaklarım bileklerden bağlı bir şekilde… Kendi aralarında konuşuyorlar. Önce kim sikecek onun hesabındalar. Karar veriliyor, bizim lavuk geçiyor önüme, kafama dayıyor silahı “şimdi hepimizi mutlu edeceksin!” diyor. Önce teker teker, sonra ikili ikili ama hepsi mutlu oluyor benim üzerimden. Kalkıyor sonra yerinden bizim lavuk, yanındaki heriflerin birinden kasatura alıyor, tutup saçlarımdan boynumu geriye çekiyor. Kasaturanın soğuğunu boğazımda hissediyorum, kanımla ısınıyor kasaturanın soğukluğu. “Anana selam söyle benden!” diyerek bırakıyor beni. Nefes almaya çalışıyorum… nefes alamıyorum, içim üşüyor, buz kesiyorum… Yerde, elim ayağım bağlı, çıplak, kanım yüzümün yarısına dolmuş bir biçimde karşıma geçip sigarasını yakan lavuğa gözlerimi dikmiş bakıyorum.

Önce çöp poşetine koymaya çalışıyorlar beni, baktılar olmuyor, evdeki halılardan birine sarıyorlar. Arabanın bagajında ormanlık bir alana götürüyorlar. 5 liraya aldıkları bir bidon benzini döküyorlar üstüme… 1 liraya aldıkları kibriti yakıp atıyorlar. Eriyor buza kesilmiş bedenim, artık üşümüyorum. Annemin sesini duyuyorum bedenimin buzu eridikçe, “Çocuğum, korkma! Ben buradayım…”


Hiç yorum yok: