28 Aralık 2008 Pazar

Paralelkenar

Yine gecenin bir yarısı… Gece demek bile abes aslında, tam anlamıyla sabahın 5’i, herkesin uyuduğu, benimse dibine kadar batmış, dibine kadar alkollü, dibine kadar yıkık zamanlarım…
Yeni yeni farkına varıyorum, paralel hayatlar yaşıyorum tüm insanoğluyla… Örneğin, hani vardır ya her insanın hayatında, benim de öyle var olan, hayatımın tümünü verdiğim, tüm kişilik oyunlarımın yazarı şahısla, adım adım adımlıyoruz apayrı hayatları, belki de farkına varmadan birbirimizin… Onun indiği vapur iskelesinin önünde bırakıyor beni işe gitmek için bindiğim dolmuş, o, benim evimin yakınlarında çalışıyor ve iş çıkışlarında, illa karşılaşıyoruz istemesekte, birbirine paralel karşıt kaldırımlarda, sadece ufak bir bakış ve el sallama ile… Apayrı hayatlara kanıt bitişlerimizi göstererek birbirimize…
Çok uzak şehirlerde kendi hayatlarımızın telaşına düşmüşüz, ilk aşk denilen ve her zaman bir şeyleri hatırlatan, zamansız yıkılışların mimarı ile… Paylaşıveriyoruz artık çocukluğumuzun en parlak yerine yerleştirdiğimiz gelecek hayallerini… Zaman, adım adım ayaklayıveriyor bedenlerimizi, büyüyoruz… Birbirine paralel şehirlerde, bambaşka insanlarla, gerçekleştirmeye çalışarak çocukluk hayallerimizi…
Evet, büyüyoruz giderek, artıyor sorumluluklarımız… Üstümüze üstümüze hücum ediyor, çocukluğumuzda hiçte geçmek bilmeyen zaman… Paralel hayatlar yaşıyoruz birbirimize, kesişme noktalarımız kanayan bir yara sadece… Hayal kırıklıklarının en büyükleri karşılıyor bizi, büyüdükçe yaşımız… Kimimiz yok ediyor hayal ettiği güzelim dünyayı, kimimiz bomboş, isteksiz, yersiz yurtsuz sırtlanıveriyoruz hiçte görevimiz olmayan “hayat” denen sorumluluğu… Belki de, en büyüğü oluyor, “Aşk” diye benimsediğimiz, içimize bakışlarını özenle işlediğimiz, görünce “o”nu gözlerimizin hiç olmadığı gibi parlayan zamanların pırıltıları… Ve neden sonra, bakıyorsunuz ki, sizinle aynı paralellikte yaşayan bir başka kişi ki sizin sevdiğiniz, değer verdiğiniz bir başka kişi, paylaşıveriyor bir anda “o”na dair kurduğunuz hayalleri… Aynı “Hayat” a âşık oluveriyorsunuz bir anda, aynı rakı masasında aynı kişiden bahsettiğinizi bilmeden, bambaşka insanları hayal ettiğinize kendinizi inandırarak… En ağır yükleri taşımaya daha dünden razı omuzlarınız, bırakıveriyor kendini bir anda… İçseniz kaç yazar? Hangi alkol klorak etkisi ile beyaz gösterebilir bu acıyı size? Ve hangi hayalinizi seçerseniz seçin benliğinizin gardırobundan, unutmak için varoluşunuzun acılarını, hatırlatacaktır paralel hayatlara mahkûm olduğunuz yemyeşil gözlerin yüreğinize kurduğu saltanatı… Yine yıkık, yılgın zamanlar sizi bekliyordur artık… Gereğinden fazla içmeye başlarsınız, gereğinden fazla düşünmeye başlarsınız pırıl pırıl parlayan bir çift gözü… En karanlık gecelerinde bir bahar ayının, hatırlarsınız “Aşk” denen şeyi Türk filmlerinden öğrendiğinizi… Koruluk alanda birbirine koşan çiftleri hatırlarsınız, senede bir gün buluşan sevgilileri… Ve illa, “Sadri Alışık” olursunuz, salaş bir meyhanede, en yakın arkadaşınıza anlatırken aşkınızı, dilinizin ucunda en çirkin sesinizle ve yüreğinizi parçalayarak, verircesine hayatınızı, ona söylediğiniz bir şarkı ile… “ Şarkılar seni söyler, dillerde name adın… Aşk gibi, sevda gibi… Huysuz ve tatlı kadın…” Bağıra bağıra ilan edersiniz, Yeşilçam’ın en saf zamanlarınızda öğrendiğiniz “Aşk” masallarını, bilmeden aşkınızın “En güzel zamanlarını demek bensiz yaşadın” diye biten şarkı ile sonuçlanan paralel zamanlara ait olacağını…
Aydınlanıyor gece… Yüklenip duruyorum üstüme vazife olmayan ne varsa… Evet, paralel hayatlar yaşıyorum sizinle… Ortak noktalarda kesişiyor açıortaylarımız… Kestiği yerde kısa kenarın telaşı uzun kenarını hayatımın, bırakıveriyorum kendimi olur olmaz bir boşluğa, biraz da sizin için kanıyorum burada… Kesişme noktalarında bırakarak, kesiştiğim diğer hayatları, aynı hayali paylaşmanın ağırlığını paylaşarak birazda, “vazgeçiyorum senden” en yıkık, en yılgın hallerimle, “seni seviyorum” diyemeden… Her zamanki gibi, topluyorum nevalemi, yürüyorum bilmediğim yerlere, adım adımlayarak zamanı…
Şimdi, bir kez daha yıkık ve yılgın, çokta inanmayarak, bu kez sadece “sana” paralel yeni bir hayat kurma telaşındayım gene binbir umut ile… Bir kez daha ve kim bilir ne kadar süreciğini bilmeden bu platonik travmanın ve en alkollü hallerimle… Daha fazla saçmalamadan susmak en iyisi sanırım…

İlkayCeyhan
19 Nisan 2008
İstanbul

Hiç yorum yok: