25 Kasım 2008 Salı

Vapurda

Vapurdayım… Karşıya geçiyorum… Sıcak mı sıcak bir Temmuz ayı, bunalıyorum… Dergiye yazı yazmam lazım, ne yazacağımı bir bilsem! Konu “Saldırı”, beynime saldırıp duruyor söz konusu gıcık konu. Sürekli karalıyorum bir şeyler, sonra buruşturup atıyorum ne yazdıysam, durdu sanki kafam, çalışmıyor… Üstüme üstüme geliyor ülkemin gevşek tabanlı değişken gündemi. Gündemi takip eden köşe yazarlarına bir kez daha saygı duyuyorum. Çaycı geliyor, bir çay alıp içmeye başlıyorum denize karşı, o andan itibaren başlıyor kafam çalışmaya. Derler ya, Türk’ün aklı çeşitli eylemler sırasında çalışır diye, eee serde İzmirlilik var, benim eylemim vapurda denize karşı çay içmek… Çalışıyor kafam, seviniyorum.
Döküveriyorum bir anda ülke gündemini meşgul eden ne varsa bir kâğıdın üstüne… Ergenekon(d)u, AKP’nin kapatma davasını, EURO2008’i ve ardından sokuşturulan zamları… Farkına varıyorum ki çok hızlı bir gündem değiştirme durumumuz var, iç çamaşırlarımız gibi, gündemler de her gün değişiyor. Diyorum kendi kendime, “iç çamaşırı” kısmı pek yakışıklı durmadı orada, “Hangi amaca hizmet ediyor?” diye soruyorum kendime, hem sonra başa bela olmasın o kelime? “Amaaan!” diyorum sonra “Boşver…”, “İlk sen mi olacaksın bir söz, cümle yüzünden 301’i ihlal etmekle suçlanan ya da hakaret davasıyla yargılanacak olan? Hem bak, Nedim Gürsel’e bile dini duyguları sömürme suçlamasıyla soruşturma açılmış “Allah’ın Kızları” diye bir kitap yazdığı için… Beni mi takip edecek işi gücü yok koskoca hükümet, bir yanı siyasallaşmış diğer bir yanı daha da siyasallaşmaya karşı olan ve tam bağımsızlık isteyen yargı kurumlarımız, savcılarımız, avukatlarımız ve o avukatları yetiştiren çok değerli hukuk fakültesi hocalarımız? Onlar ne idüğü belirsiz, saçma bir tekerleme oyunundalar –Sen misin beni kapatmaya çalışan, al sana ben de senin için kurarım bir Ergenekon(d)u o zaman” cümlesini değişik şive, lehçe ve garip suçlama-tutuklama-baskın teknikleriyle hızlı hızlı söylemeye çalışıyorlar. Hem daha Hrant Dink davası var çözülmemiş; öncesinde Uğur Mumcu var, Ahmet Taner Kışlalı var, bana sıra gelmez nasıl olsa…” diyorum, içimi bir ferahlık kaplıyor. Meğer rüzgâr esmiş, onun serinliğiymiş o ferahlık, sonradan algılıyorum. Aklıma takılıyor teker teker sorular… İddianame sonunda yazılmış sunulmuş mahkemeye Ergenekon(d)u davasında ancak beklendiği gibi bir iddianame çıkmıyor, karmakarışık oluyor insanın kafası… Tüm tutuklananlar, sorgulananlar devleti yıkmaya yönelik bir terör örgütü kurmakla suçlanıyorlar ancak suçlamalara bakıyorsunuz sadece ciddi olarak bir “halkı isyana teşvik” suçlaması var. Bu terör örgütü de maşallah geniş tabanlıymış iddianame öyle iddia ediyor. Komünisti, ayrılıkçısı, aşırı milliyetçisi, radikal İslamcısı, ılımlısı, ılımsızı… Kimi ararsan bu örgütte mevcut, ancak hiç birinin birbirinden haberi yok. Kimin neyle suçlandığı belli değil, doğal olarak aklıma takılıyor “gözaltına alınan İlhan Selçuk, Mustafa Balbay kendi gazetelerini mi bombaladı?” Ortada bir iddianame var ancak ortada dişe dokunur bir iddia yok! Kim Neokoncu (Neoconservative), kim Ergenekon(du)cu, arada kalanlar kim, kimse bilmiyor…
“Neyse…” diyorum, bir yudum daha alıyorum çayımdan. Aklıma düşüyor bir anda “Avrupa Birliği”, “Akdeniz Birliği”… Her halde biraz fazla yudumladım çayımdan, kapsamlı düşünmeye başlıyorum, Fransa’nın dönem başkanlığını, Avrupa’nın temellerini oluşturacak Lizbon Anlaşması’nın İrlanda tarafından reddedilmesi ve AB’nin geleceği konularını, Fransa Anayasası’ndaki değişikliğini ve Türkiye için artık illa bir referandum olacağı sonucunu, bu sonuçla birlikte iyice ağırlaşan AB kapısını… Çok sayın sağ görüşlü ancak sağı solu belli olmayan Monsieur Sarkozy’nin Fransa’daki anayasa değişikliği ile birlikte, Avrupa kapılarını Türkler için kapatıp onun yerine “AB elimizde taze bitti ancak size bi’ başka AB verelim: Akdeniz Birliği” demesini. O birlikte İtalya, İspanya gibi Akdeniz ülkelerinin yerine neden Finlandiya gibi bir ülkenin yer aldığı konularını… Düşünüyorum… Var olmam gerekirken, tuhaflaşıyorum, bir yudum daha alıyorum çayımdan…
Aklıma geliyor bir anda, “Bizim Anayasamız değişecekti? N’oldu?” , “Demokratikleşecek miyiz yoksa hükümetin padişahvari yönetiminde olduğu gibi, tüm –Ortak Kararlarda- onlar mı karar verecek tümden? Biz ortak mı olacağız sadece?”. “Sonra, ekonomik kriz vardı dünyada, borsa neden düşüyor, düştüğü yerde bu kadar cazip olan ne varda düşüyor bu meret? Avrupa Kupası’nı alsaydık yüzde kaç zam yiyecektik? N’oldu ülkemdeki su sorunu? Çözüm için çaba var mı? Peki ya işsizlik? TEFE-TÜFE-Enflasyon?”… Sıralanıp gidiyor aklımda sorular… Teknolojinin gözünü seveyim, anında cep telefonuma geliyor günün gelişmeleri… “ABD Konsolosluğu’na Saldırı: 3 Şehit.” Şaşırıyorum, gene değişti gündem bir anda! “Onca yazı yazdım, şimdi bunları gene buruşturup atacak mıyım?” diye düşünüyorum. “Hem daha yazacak çok şey var: Doğa katliamları, küresel ısınma, nükleer enerji-temiz enerji, Prag’da imzalanan füze anlaşması ve bunun ardından gelişen ABD-Rusya krizi…” Aklıma takılıyor, “Tekrar mı başlıyor Soğuk Savaş dönemi?
Vapur yaklaşıyor iskeleye, toplamaya başlıyorum kafamda yazacaklarımı. Bulmuşum ne yazacağımı tabi keyfim yerinde… Son yudumumu alıyorum çay bardağından. Bir anda aklıma geliyor: “Bi’ 3 çocuk meselesi vardı o n’oldu? Kondom şirketlerinin engeline mi takıldı?”.

İlkayCeyhan

Hiç yorum yok: